4 Kasım 2010 Perşembe

Hegemonik Erkeklik ve Yaşamdan Örnekler

Kadınlık ve Erkeklik biçimlerinin karşılıklı ilişkisi, tek bir yapısal gerçek üzerine, erkeklerin kadınlar üzerindeki küresel egemenliği üzerine oturtulur. Hegemonik erkeklik daima kadınlarla ilgili olduğu kadar,ikincil konuma itilmişçeşitli erkeklik biçimleriyle ilgili olarak da inşa edilmiştir. Hegemonik erkeklik; sadece erkeklerin kadınlar üzerindeki tahakkümünü değil, farklı erkeklik grupları arasındaki tahakküm ilişkilerini anlamaya yönelik olarak oluşturulmuş ikili işleve sahip bir kavramdır. Hegemonik erkeklik, “erkek olmanın anlamı nedir?” ve “bir erkek nasıl olmalıdır?” sorularının yanıtı üzerinde yapılan bir mücadelenin sonucunda kazanılan konuma işaret eder. Ataerkillik, “erkeklik” olgusuyla ortaya çıkmıştır ve bu olguyu yok ettiğimiz an ataerki ağ ve sistem de çöker. Burada söz edilen biyolojik anlamda erkeklik değildir. Tam aksine insanlara empoze edilen, uyumlarının sağlandığı, içselleştirilen ataerkil hegemonik erkekliklerdir. Ataerkilliğin bu hegemonik erkekliklere her anlamda ihtiyacı vardır, çünkü devamını ancak böyle sağlayabilir. Erkekler sosyalleşme sürecinde bu erkeklik biçimlerini öğrenirler ve ataerkil sistem içerisinde yer alırlar. Hegemonik erkekliği kabul etmeyen veya benimsemeyen bir erkeğin bu sistem içerisinde yeri yoktur. Çoğu erkek buna uyum sağlamaya çalışır. Fakat bu süreç sıkıntılı, yorucu ve kendilerini kanıtlamaları geeken bir süreç olabilir.


Erkeklik erkeklerin kültürel ve teknolojik gelişim içerisinde kurdukları hiyerarşik düzenin ve buna bağlı kültürel, ideolojik, dinsel ve siyasal olguların devamını sağlamak için oluşturdukaları bir biçimlendirmedir. Erkek olmak, kadınlık içerisinde tanımlanan insanla ilgili her türlü gerçekliğin, duygunun, davranışın toptan reddine dayanır. Kadınsı olarak tanımlanan hiçbir harekete ve özelliğe hoşgörü ve izin yoktur; bu şekilde tanımlananlar genelde “eşcinsel” veya “efemine” kategorileri altında tanımlanırlar. Gerçek Örneğin, Türkiye’de bir Türk hegemon erkekliğinden söz edilebilir. Bu erkekliğin başlıca özellikleri şunlardır: atına, avradına, silahına düşkündür, maçodur, namusuna söz söyletmez delikanlıdır. Dünya üzerinde en sık görülen öz-disipline ve sertliğe bağlı olan erkeklik tiplemeleridir. Erkeklik kesinlikle pasifliği, doğallığı, eşitlik duygusunu, rahatlığı barındırmaz. Erkek kimliği dölleyici, koryucu, geçindirici özellikleri üzerine kurulur. Dövmeyen, küfretmeyen erkek “karı gibi” davranmakla itham edilir ve aşağılanır. Evde eşiyle eşit konumda olduğunu kabul eden, örneğin temizliğe, çocuk bakımına yardımcı olan erkek kılıbıkla suçlanır. Erkekler ve Kadınlar heteroseksüel ilişki içerisine sıkıştırılmışlardır. Toplumsal kurallar buna göre belirlenir. Örneğin; bir restoranta ya da benzer bir mekana gitmek isterseniz, damsız girilemeyeceğiniz belirtilir. Damsız olmak erkek-kadın ilişkisinin dışına çıkmaktır. Bunun yanısıra erkeklerin duygularını açıkça ifade etmelerine de yer yoktur, her zaman güçlü görünmeye mecburlardır. Erkekler ağlamaz deyimi boşuna sık kullanılan bir deyim değildir.



Spora ilişkin algılara baktığımız zaman görürüz ki, üstün performans erkeklik demektir. Ülkemizde ve dünyada popüleritesi en yüksek spor dalı olan futbol, hegemonleştirilmiş erkekliğin tek elindedir. Dört büyük klübün yöneticileri, antrenörler, basın sözcüleri, hakemleri ve neredeyse tüm spor yazarları bu erkeklerden oluşur.Kadınlara futbolla ilgilenmeyebilir, takım tutmayabilirler, ancak bir erkek futbolla ilgilenmiyorsa hemen erkekliğinden şüphe edilir. Farklılaşıp kimliğini açıklayan erkek hemen dışanır. Bu örneği, hakem Halil İbrahim Dinçdağ’ın eşcinsel olduktan sonra görevinden alınmasıyla görmüş olduk. Bir başka örnek verirsek, Erkekler balet olmaya uzaktırlar, bunu tercih etmeyen erkek sayısı çok fazladır. Çünkü romantik bir müzik eşliğinde narin hareketlerle, daracık taytların içinde kendilerini hayal edemezler. Popüler bir şarkıcı olan Alişan’da Macaristan da gittiği sanat okulunda bale dersinde tayt giymek zorunda olması nedeniyle okulu bıraktığını övünerek açıklamıştır.

Erkeğin aile içindeki egemen konumunda da hegemonik erkekliğin baskısı açıkça görülmektedir. Erkek evini geçindirmek, “eve ekmek götürmek”, karısına ve çocukalarına bakmakla yükümlüdür. Erkeğin bu varlık nedenidir, ve herhangi bir işsiz kalmayla önemli psikolojik sorunlara yol açmakta, intiharlara neden olmaktadır. Çünkü “Er olan ekmeğini taştan çıkarır”. Ayrıca erkeğin cinsel olarak dölleyici görevini sürekli ispat etmesi hali toplumsal sorunlara yol açmakatadır. Çok çocuk sahibi olmak sadece kırsal hanede işçisi sayısını artırmak ya da eğitimsizlikle açıklanamaz. Erkek her çocukta hala cinsel olarak etkin olduğunu göstermiş olur. Çocuğun olmaması gibi bir sağlık problemiyle karşılaşıldığın da “suç” olarak adlandırılan sağlık problemi kadına yüklenir, ya da etrafa bu şekilde duyurulur. Hala pek çok kadın ve erkek, erkeklerin cinsel performansını penisin sertleşip, sertleşmemesi ya da ereksiyona ulaşı ulaşmaması ile ölçüleceğini düşünüyor, pek çok kadın penetrasyona odaklanıyor. Örneğin Halit Refiğ’in Sevmek ve Ölmek zamanında Bülent Kayabaş’ın canlandırdığı karakter iktidarsızdır ve bununla herkes dalga geçer, bunun üzerine Türkan Şoray’ın oynadığı karakterin ona tecevüz ettiğini sanmasını sağlar. Yani tecavüz etmek, iktidarszı olmkatan daha üstün bir konumdur. Tüm bunları aşan erkek“Erkek adamın erkek oğlu olur” deyiminin yansıttığı baskı erkek çocuğu bulana kadar yıpratıcı bir mücadeleye dönüşür. Erkek soyunu devam ettirmekle yükümlüdür. “ Erkek doğuran övünsün, kız doğuran dövünsün” deyimi de hem kadınlığı aşağılar hem de hegemonik erkekliği destekler.

Namus, tecavüz, taciz vb şiddet eylenleri ile yine hegemonik erkeklik arasında bir bağ kurulmuştur. Tecavüz ve taciz terimleri bunu yapanın bize bir kadın olabileceğini çağrıştırmaz. Toplumda cinsellik, ilkellik kabalık ve sertlikle birlikte algılanmaktadır. Televizyon ve ya sinemada iki aşığın sevgiyle seviştiği sahneleri çok zor görürüz. Erkek cinsel ilişkisinde de sürekli bir ispat hali içinde olduğu için, hep bir zorlama ve şiddet eğilim vardır. “Kadının yüzünün karası, erkeğin elinin kınası” deyiminin anlattığı iki yüzlü bir şekilde tecavüz eylemini erkek uygulasa da bunun sonucunda “kirlenmiş” olan kadındır. Kadın ya intihar etmeli ya da öldürülmelidir. Doğu’da sık rastlanan bir şekilde “kirlenmiş” kadını öldürmek erkek olmanın gereğidir. Bu şiddete izin vermeyen ve ya karşı gelen erkekler aşiretlerinden, köylerinden dışalanmalarının dışında “erkeklik” kavramının da dışında kalırlar. Örneğin, Atıf Yılmaz’ın Utanç(1971) filminde Kadir İnanır’ın oynadığı karakter tecavüze uğrayan sevgilisini öldürememiş, kimsenin yüzüne bakamam diyerek mahalleyi terk etmiştir.

Kadın evlilik öncesi tüm cinsel aktivitelerden feragat etmiştir. Hiç bir deneyim yaşayamaz, çünkü onun değeri bakire olmasındadır. “ Tarlayı düz al, kadını kız al” deyimi bekaretin önemini anlatır. Oysa erkeğin övüneceği bir durum, kaç kadınla birliktelik yaşamış olduğudur. Erkek ergenliği sonrası hala bakir ise bu dalga geçilecek bir durumdur. Bir filmde karşılıklı cinsel deneyimlerinin sayısından bahseden bir kadın ve erkek, sonucunda şunu söylemiştir: Erkeğin söylediği sayının yarısı, kadının söylediğinin iki katı doğru olandır. Çünkü erkek birlikteliklerinin sayısını çok, kadın az göstermek ister. Kadın her zaman cinselliğini gizlemek zorundayken , erkek de sürekli bunu açıklamakla zorlanmıştır. Küçük yaşta “göster amcana pipini” cümlesi, büyüdüğünde sürekli bunu ispat etmesi haliyle devam etmiştir.

Hegemon erkek tabi kılınan erkekten ayrıştırılırken bazı sembollere anlamlar yüklenmiştir. Renkler, kıyafetler, aksesuarlar vb. erkeği izin verilmeyen, aşağılanan ve hoş görülmeyen “efemine” ve “eşcinsel” kategorilerine sokar. Pembe, mor gibi renkler bebek kıyafetlerinden tutunda kitap kapaklarına kadar kadın rengi olarak anlamlandırıldığı için, erkekler uzun yıllar bu renkleri giyememişlerdir. Elif Şafak “Aşk” kitabını pembe kapağıyla çıkarmış, ancak erkek okuyucular otobüste dolmuşta pembe renkli bu kitabı okuyamadıklarını söyleyerek, kitabın gri kapakla da çıkarılmasına neden olmuşlardır. Bu talebi dile getirenlerin görece olarak okuyan erkekler olması dikkat çekicidir. Erkek adam küpe takmaz, saçını uzatmaz sitemleri de neredeyse her çevre de yaşanan deyimlerdendir.

Tüm toplumlarda idealize edilmiş, egemen, tüm toplumca paylaşılan kimlik parçacıkları vardır. Bu kimlik parçacıkları (kuvvetli, yurtsever, koruyucu, hakim, ekmeğini taştan çıkaran vb.) genelde sorgulanmaz. Özellikle askerlik kurumu erkekleri bu hiyerarşik ilişkilere sıkı bir şekilde hazırlar. Askerlik iktidarın ve keyfi otoritenin en yoğun şekilde hissedildiği ve empoze edildiği kurumdur; erkekler kendilerini sürekli bir çaresizlik içinde hissederler ve her an diğer erkeklerin sert davranışlarına maruz kalabilirler. Ankara’nın Gülveren gecekondu mahallesinde yaşayan genç erkekler için de askere gitmek çok önemliyid. Askerlik hakkındaki düşünceleri farkıl olsa da, hepsi de bu durumun toplumsal öneminin farkındaydı. Askere gitmeyenler erkek sayılmıyordu. Güvenlik sağlamanın askerlik adı altında bir tür “erkeklik ispatı” haline dönüşmesi sayesinde hegemonik erkeklik değerleri kolaylıkla genç erkeklere benimsetilebiliyor. Zorunlu askerlik sistemine dayalı ulus-devlet ordularının tümüyle cinsiyetlendirilmiş bir yapıya sahip olduğu için, hem kadınlar hem de “kadınsı”lıklar “askerlik normu”ndan dışlanıyor. Kadınlar sadece erkeklerin destekleyicisi olarak savaşlara çağrılıyorlar. Modern ulus devlette, militarist erkek ile hegemonik erkeklik modelinin değerleri arasında güçlü bağların örüldüğünü ve bu örüntünün yurtsever erkeklik, milliyetçilik ikonu ile tamamlandığını görüyoruz. Görüşülen erkeklerin ifadelerine yer alan “sonuçta ölürsünüz, ama vatan için” söyleyişi, Türkiye’de çoğu erkek için erkeklik gösterisinin en “çarpıcı” sloganı oluyor. Kadınlar erkekleri her zaman destekler olarak gösterilir. Erkek askerden dönene kadar onu sadık bir şekilde ve namusuyla beklemelidir. Kadın savunma, koruma algısının merkezinde yer almamıştır. Böyle durumlar da kadından bahsedilirken yanılsamalı bir şekilde önemleri vurgulanırken, her zaman figüran rollerdedirler. Örneğin Kurtuluş Savaşında her zaman kadını mermi taşıken görürüz, oysa erkek düşmala yüzyüze gelir ve çarpışır. Günümüzde askerlik ve savaş karşıtı erkekler de vardır. Farkındalıklarıyla vicdani redçiler olarak anılan bu erkekler bu duruma karşı çıkabilmektedirler. Cinsel kimliği farklı olan erkeklere ise askere alınırken , hasta muamelesi yapılmaktadır. Askerlik kanununa göre eşcinsellik psikoseksüel bir bozukluktur, bu durum da olanlara çürük raporu verilerek, hegemonik erkeklik olgusunun dışına itilir ve aşağılanırlar.

Hegemonik erkekliğin kamusal yüzünün, ille de iktidar sahibi erkeklerin ne olduğuna değil, ama erkeklerin sahip olduğu iktidarı ayakta tutanın ne olduğun ve bu kadar çok sayıda erkeğin neyi desteklemeye yönlendirildiğine dair olması gerekir. Hegemonik erkeklik oldukça tutarlı biçimde, evcimenliğe yönelik açılımları ve şiddete yönelik açılımları ve heteroseksüel çekime yönelik açılımları aynı anda barındırır. Hegemonik erkekliğin en ayırt edici özelliği heteroseksüel olup, evlilikle sıkı bir bağı olmasıdır. Gördüğümüz gibi, Erkekler aile içi konumlarında cinsel olarak aktif olmak, evi geçindirmek, namusu korumak gibi konulara hakim olmanın yanı sıra çevreye de giyimleri, kullandıkları renkler, şekil ve şemalleri, kullandıkları dille de kendilerini ispatlamak zorundadırlar. Toplumsal cinsiyetçiliğin ürettiği hegemonik erkeklik kadınları ezerken bir yandan da bu role bürünmeyi istemeyen erkekleri de boyunduruğu altına almaya devam ediyor.
----*----
Connell , Toplumsal Cinsiyet ve İktidar, Ayrıntı Yayınları, 1998, ss.245.
Türk Bahadır: “Eril Tahakkümü Yeniden Düşünmek: Erkeklik Çalışmaları İçin Bir İmkan Olarak Pierre Bouerdie, ss. 3.
Türk Bahadır: a.g.e , ss. 4.
Demren Çağdaş: “Erkeklik, Ataerkillik ve İktidar İlişkileri” ,Huksam, ss. 2.
Demren Çağdaş: a.g.e ss. 5.
Demren Çağdaş: “Erkeklik, Ataerkillik ve İktidar İlişkileri” ,Huksam, ss. 6.
Hooks Bell, Feminizm Herkes İçindir, Çitlembik Yayınları, 2002, ss. 94.
Demren Çağdaş: “Erkeklik, Ataerkillik ve İktidar İlişkileri” ,Huksam, ss. 4.
Demren Çağdaş: a.g.e ss. 7.
Sancar Serpil: Erkeklik: İmkansız İktidar , Metis Yayınları, 2009, ss.154-160
Connell , Toplumsal Cinsiyet ve İktidar, Ayrıntı Yayınları, 1998, ss.248-249.

Hiç yorum yok: