24 Aralık 2010 Cuma

Özetle Kadın -Çalışmalarında- Olmak

Kadın olduğumu soğuk bir duş etkisiyle fark edip, kadın olmanın getirdiği tüm zorluklara lanet etmemle başladı hikaye. Bir süre tüm kadınlık hallerinden kurtulmaya çalıştım. Kırmızı ojelerden, makyajdan vazgeçmek, bol kıyafetler ve uzun hırkalarla dolaşmak, saçı sımsıkı toplamak. Yaptıklarımdan sonra ve ne yaparsam yapayım kadın olmaktan kurtulamadığımı, sorunun benim kadınlığımdan değil, onların çarpık zihniyetinden kaynaklandığını anladım. Okumaya başladım, okudukça tanıdım ve tanıdıklaştım. Paylaştıkça çoğu kadının benzer hikayelerinin olduğunu gördüm. Mezuniyet sonrası, parlak bir etiket olacak yüksek lisans programı yerine, sadece insan olabilme etiketi olacak kadın çalışmalarını seçtim.
Tüm olanlardan bana miras naziklikle eziklik arasında gelip giden karakterim, asosyaliğe göz kırpan kişiliğimle, mülakat öncesi kendimi yatıştırmam şaşırtıcı derece kolay oldu. Buradaki tüm kadınlar ve erkekler az çok ortak bir yerden bakıyorlar hayata demek yetti. Mülakata girip, anlatmak ve gülen gözlerle dinlenmek her şeyin çok güzel gideceğinin işaretiydi.


Kadın Çalışmaları dersi, Alev Hoca ile başlamıştı. Sınıfta herkes kedini tanıttıkça, başka hiçbir bölümde rastlanamayacak kadar zorunluluklardan arındırılmış, isteyerek gelen bir sürü insanı tanıdım. Alev Hoca “Feminist olmak için illa öyle çok kitap okumuş olmanız gerekmez, biraz vicdan biraz akıl yeter.” deyince başladı ders. Çok ezbere bilinen, dokunulması, tartışılması çok zor olan konular öyle eleştirel tartışıldı ki, hiç sesler yükselmedi, hiç kimse birbirine düşmanca bakmadı. Oysa böylesi konular yan sınıflardan birinde konuşuluyor olsaydı, biz bağırmaları, kavga, gürültüleri duyardık ancak.
Dersler biranda yoğunlaştı. Kadın Çalışmaları dersinde sürekli değişen hocalar ve ödevler birazcık zorladı. Serpil Hoca ve Fevziye hocanın dersleri birazcık daha ciddi geçti. Fevziye Hocanın uygulama dersinde Gülnür Savran Hanım geldi. Onu dinledik. Marksist olmak ile feminist olmak arasındaki şizofrenisi beni kendi şizofrenilerimi düşünmeye itti. Dersliğin kapısı kapanınca başka bir dünyadayım, o kapıdan dışarı çıkınca başka bir dünya. Sokakta yanımdan geçenlerin sözleri, reklam panoları, televizyon, akrabalarım hepsi gözüme batıyor. Güle oynaya izlediğim en sevdiğim romantik komediler korku filmi gibi gelmeye başladı, gülemiyorum. Her şey ne kadar cinsiyetçiymiş fark ediyorum, iki söz söylediğim zaman uzaylıymış gibi görünüyorum. “çok çeşitli cinsellik”, “komün hayat”, “aile ve evlilik olmasa”, “ulus devlet sürecinin kadına zararı”, “eşcinselliğe saygı”, “annelik kurmaca mı?” gibi konularda daha ağzımı açamadım. Açsam annem hemen gözüyle sus işaretleri yapar, etraftakiler bu kız uçmuş derler sanırım.
Funda Hocanın dersi en zevkli derslerden biriydi sanırım. Mimikleriyle hepimizi çok güldürdü. Otobüste fordculara savaş açmış, böyle bir olay olduğunda mutlaka kavağa çıkarıyormuş. Ya da her sabah dolmuşta bacaklarını ayırıp oturan insanlarla kavga ediyormuş. O bunları anlatırken, ben kendimi düşündüm, hala pısıp kalıyorum. Ama az da olsa cesaretlenmedim desem yalan. Gerçi bizim bölümden herkes gibi onun şizofrenik bir hali var. Bir oğlu var ve onu cinsiyetçilikten uzak yetiştirmek istiyor, ama akrabalarının cinsiyetçi tavırları bunu gerçekleştirmesine tam olarak izin vermiyor sanırım.
Son olarak derse Güzin Hoca geldi. Sesi kadife gibi, insanı dinlendiriyor bir de hep gülümsüyor ve gülümsetiyor. Güzin hocanın ders olarak anlattığı kısımlar bana biraz uzak konulardı. Lisans bölümüm de dilin, modernliğin ucundan kıyısından geçmemek biraz anlamamı zorlaştırdı. Ama yine de bir sürü şey öğrendim. Ankara Üniversitesi’nde bu bölümü kuran kadınlar, Babil kulesi efsanesi, Nora: Bir Bebek Evi, Medea, Europa Miti gibi.
Babil Kulesi Efsanesi: Efsaneye göre zamanında tüm insanlar aynı dili konuşurlarmış. Bir gün tanrıya ulaşmak için tuğlalardan bir kule inşaa etmeye çalışmışlar ancak buna kızan tanrılar kulenin bir kısımını tahrip etmiş ve insanları başka başka bölgelere dağıtarak, aralarında ki dil birliğini bozmuş. Şimdi dil tamamıyla eril, henüz dişil bir dil oluşturulamadı. Tarih erkek bakış açısından yazıldı. Kadınlar hep onların koydukları yerlerde, onların istedikleri gibi yazıldı. Kadınlar okuma -yazma edimlerinden mahrum edildiler. Funda Hocanın derste bahsettiğine göre, kadınların mektupçu olmasından korkulur. Kadın yazarsa ancak erkekleri baştan çıkarmak için mektup yazar, kadın bu kadardır onlara göre. Harflerle derdini anlatamayan kadınlar şekillerle dokudukları halılarla anlattılar. Tüm bunlara rağmen kadınlar konuşmaktan vazgeçmediler. Tarihlerini konuşarak birbirlerine aktardılar. Konuşan kadın, duygularıyla mantıksız ve boş konuşmasıyla, dedikoduyla, dırdırla aşağılandı. Lacan “Kadın yoktur” derken kadının simgesel alana geçemeyip, bir dil yaratıp kendini ifade edememiştir.
Medea: Efsaneye göre Medea uğruna ülkesini, baba ocağını terkettiği İason üzerine kuma getirince, ihanet acısı ve intikam ateşiyle kumayı zehirleyip öldürür. İason Medea’yı öldürmeye çalışınca, çocuklarını da boğarak tek tek öldürür. Burada iki şeye bakılması gerekir, annelik ve kadının kadınla rekabeti. Annelik sadece biyolojik bir durum mudur? Yoksa kurgusal mı? Gülnür Savran’ın söyleşisinde anneliğin tuzağa dönüştürülebilirliğinden bahsetmişti. Kadın aldatılsa, şiddet görse de katlanmak zorundadır çünkü annedir. Kadın başkasına aşık olamaz, evi terk edemez, çünkü annedir. Kadın fedakarca evine kocasına sadık kalmalı, gürbüz çocuklar yetiştirmelidir. Tüm bunların biyolojiyle açıklanması olanaksızdır. Diğer bir efsane, Klytamnestra’nin Achile aşık olduğu için oğlu tarafından öldürülmesi ve kızının da annesinin öldürülmesini sonuna kadar desteklemesidir. Kadın başkasına aşık olamaz, kadın sevişemez. Tüm bunlar iki bin beş yüz yıl önce yazılmış değil, hala geçerli, değişen tek bir şey yok.
Dilin batılı, heteroseksüel, eril olması; kadınları, eşcinselleri ötekileştirmiştir. Örneğin Europa miti, Europa Suriye’de yaşayan güzel kızdır Zeus batıdan gelir ve tüm kültürü öğretir. Bunun gibi bizde akademi ve literatürü yıllardır batı dili ile okuyoruz. Onlar noelde birbirlerine çam armağan ediyorlar, biz bayramda kurban kesiyoruz. Ancak biz de kendi deneyimlerimizden bir dil yaratabiliriz, onu bir araç olarak kullanabiliriz. Kadınlar tek olmayan, çoklu bir cinselliğe sahiptir. Erkeğin orgazmı bölgeseldir, cinsel organıyla sınırlıdır. Kadın orgazmı ise bütündür, tüm bedeni erojendir. Kadın çoklu bir dil yaratabilir. Bunun için bazı öneriler vardır; arapçada, latincede harflerin dikey olması nedeniyle fallusmerkezlidir. Bu nedenle harflerin yatay olması gerektiği savunulur. Bazıları da bu dili kullanalım ancak emirleri kullanmadan yumuşatalım der.Derste dediğimiz gibi bir dil yaratma feminizm için önce bir yağmur sıkıntısı sonra bir rahatlama olacak.
Kadınlar arası farklılığa gelince, ben çuvaldızı hep kendime batıranlardanım. Hani çocuğu sokakta başka bir çocukla kavga edince, bazı kadınlar hep kendi çocuğunu korur, diğerine kızar ya; bazıları da sadece kendi çocuğuna kızar. İşte ben ikincisindenim. Bu nedenle kadınlara daha çok kızıyorum. Kadınların cinsiyetçi tavırlarına kızıyorum. Kadınların cinsiyetçiliğe olanak sağlayan kabullenici tavırlarına kızıyorum. Evet kadınlar arasında fark var. Öyle kadınlar var ki, düşünmeden, bilmeden yaşamak daha kolay geliyor, kendi ayakları üzerinde durup zorluklara göğüs germek zor geliyor. Zaten erkekliğe sunulan saltanatla günü gün eden erkeklere diyecek sözüm yok ( belki de diyecek sözüm var demek daha doğru). Derste Deniz Kandiyoti’nin patriarkal pazarlık kavramından bahsettik. Devlet zulmünden aileye, ya da aile zulmünden devlete kaçış. Çok anlamlı gelmiyor. Yukarı tükürsem bıyık aşağı tükürsem sakal, diyen bir kadın o zaman. Her yol ataerkil denetime mi çıkıyor? Kötünün iyisini mi seçmek zorundayız?
Geleneksellik, modernlik ve post modernlik ise basit cümlelerle ve örneklerle artık daha anlaşılır. Geleneksellik ve modernlik arası keskin bir hat, geçiş yok, ancak post modernlik diğer ikisinden canı istediğinde istediği şeyi alabiliyor. Modernlik önce sulu bir kuru fasulye yemeği yemek, tabağı suda çalkalayıp pilavla devam etmek. Salata tabağı da ayrı tabi. Hiçbir yemek diğerinde karışmayacak. Post modernlik ise kocaman bir tabak, pilav üstü kuru fasulye, yanında salata, yanın bir şeyler daha. Hani utanmasak üstüne baklavamızı da koyacağız. Post modernlik o seçkinci havadan sıyrılmış olmak, sosyetenin bir anda Müslüm Gürses dinliyor olması, elit ve avamın biraradalığı. Ben büyük tabaklarda her şeyi birbirine bulamaç edip yemeği severim, bambaşka tatlar ortaya çıkar, ama bazen asıl yemekler neydi unutur gidersin. bakınca çok ideal gelir, tabi neoliberalizmin tüm kavramları bir yandan sömürürken, bir yandan cilalayıp vitrine koyduğunu düşünmezsek. Ha bir de eskiden aşkı anlatmak için en sevdiği kitaplar bırakılırmış masanın üstüne, bir müzik çalınırmış o geçerken, daha da bir sürü şey yaptıktan sonra adı seni seviyorum olurmuş. Şimdi hiçbir söz söylemeden kırmızı gül vermek postmodernlikmiş. Böyle olunca çok da sevimli gelmiyor işte.
Filmlerden kitaplardan bahsederken söz Mahsun Kırmızıgül’de takılıp kaldı. Filmlerinde ondan da bundan da koyayım her şeyden bahsedeyim havası olduğu için postmodernlikle örtüşüyor. Ancak kim yapsa ilgi çeker konuları, konjonktüre uygun ele alması, samimiyetsizliği çok tartışıldı. Zamanında Ahmet Kaya protestosundaki konumu, şimdi ise Kürt meselesinden bahsediyor olması soru işareti. Aslında bu adam zamanında önce “Alem Buysa Kral Benim” demiş, ardından “Hepimiz Kardeşiz” diye bir şarkı da yapmıştı. Kitlesini “hegemonik erkeklerin” oluşturduğu Kırmızgül’ün eşcinselliği ve transbireyleri konu alan sahneler çekmesi, ister samimi olsun, ister olmasın beni mutlu eder. Biz gösterdiğimizde görmeyecek yüzünü çevirecek olanlar, böyle bir gösterimde baka baka alışmış olacaklar. Hiç yoktan iyidir. Son olarak da dehumanizasyonu, internette artık etten kemikten bile olmaya gerek kalmadığından bahsettik. Aslında internetin bir örgütlenme aracı olarak kullanılabileceğini düşünüyorum. Yaşamda politik olmaktan çekinen korkan insanlar, sosyal paylaşım sitelerinde aktifleşiyorlar. Mesela bir eyleme asla gitmeyecek biri, o eylemi konu alan bir bildiriyi imzalama maksadıyla tıklayabiliyor, bununda bir yaptırımı olabiliyor. Mesela facebookta göğüs kanseri nedeniyle sadece kadınlar arasında bir mesaj dolaşmıştı, herkes iletisine sutyen rengini yazacaktı sadece örneğin “beyaz”. Bir gün içinde tüm kadınların iletileri böyle doldu. Erkekler hiçbir şey anlamayıp, sürekli bu renkler ne diye sorar oldular. Bence bunun daha işlevsel nasıl kullanılacağı hakkında düşünülmesi gerektiğini gösterdi bu hareket. Daha sonra birkaç kez daha tekrarlandı ve yine başarılı oldu. Bende normal de şunu okur musunuz desem okumayacak insanlara, bu ortamda gelen maillerdeki taciz haberlerini davaları falan paylaşıyorum, çok bilgilendirici oluyor. Daha fazla geri bildirim alıyorum.
Son olarak, Güzin Hoca feminizmle ilgili tez yazarken tez annesinin “bak yazıyorsun ama mutsuz olacaksın “ dediğini söyledi. Her gün tüm bildiklerine rağmen bulaşık yıkama görevinin ona ait olması gibi mutsuzluklar. Bende evlendiğimde kırmızı kuşak takmayacağım zaman, evde sürekli ev işlerini yapmak istemeyeceğim zaman, kızım olduğunda ona tüm özgürlükleri sunmak istediğim zaman, oğlum olduğunda sünnet düğünü yapmayacağım zaman, ve bir sürü zaman mutsuz olacağım, ama olsun diyorum biraz vicdanım, biraz aklım olduğunu bilmek yetiyor.

2 yorum:

Adsız dedi ki...

Kadınların tarihte yer edinmemesi diye birsey asla yoktur,bütün büyük savaşların nedenlerinin içinde mutlaka kadın vardır.Kadın kendisi konusmaz belki ama etkisi altında bıraktığı erkek ile gizli lider olmayı da gayet iyi başarır.Tarih de süre geldiği üzere kadın gücü hep gizlice elinde tutan ve bunu sadece kadınlar arasında iken rütbe şeklinde dışa vurandır.Kadın zekidir, bu bilimseldir ve kadın zaman zaman kadınlığını zekice göz yaşları ile süsleyerek gücü sahiplenmiş bir unsurdur.

and.the.oscar.goes.to dedi ki...

tabi ki tarihte kadınlar var, ancak yazılan ve okunan tarih tamamen eril bir dil ve eril bir bakışa sahip; sevgili adsız bunu senin cümlelerinden bile anlamak mümkün.."savaşların nedenlerinin içinde mutlaka kadın vardır","etkisi altında bıraktığı erkek", "gizli lider"," zekice göz yaşları ile süsleyerek"

aslında kendisinin anlamsız şekilde kısıtlanmış olmasına bir direnme pratiği olabilir bunlar, devam edebilmek için bir çözüm..