26 Aralık 2010 Pazar

KOD ADI 297

20.12.2010 tarihinde saat 15:05 geçe civarı Kızılay da Ziya Gökalp Bulvarı’nda 297 nolu Mamak Batıkent hattında seferi yapan otobüslerin geçtiği durağa doğru ilerledim. Elim kolum dolu, kırılmaması gereken şeyler vardı içlerinde ve çok yorgunumdum. Ankara’nın havası sisli, kömür kokuyordu. İnsanlar hızla gelip geçiyorlardı yanımdan. Durakta insanlar dağınık duruyorlardı, genç, yaşlı, kadın, erkek bir sürü insan vardı. Arka taraftan üzerinde ince hırkası, esmer, iri yarı bir kadınla, okul üniforması giymiş 13-14 yaşlarında bir kız konuşarak geldiler. Otobüs fiyatlarının ne olduğu konusunda tartışıyorlardı, ellerindeki bozuk paraları göstererek. 5-10 dakika sonra, balık istifi olmuş bir görüntüyle 297 durağa yaklaştı. Dağınık duran insanlar biranda kapının önünde yığıldılar, itiş kakış başladı. Ben de istemsiz ve nedensiz olarak öne geçme çabası içine girdim. Biraz önceki kadın ve çocuk iyice telaşa kapıldılar, yolcuların indiği orta kapıdan binmeye çalıştılar, olmadı. Sonra tekrar ön kapıya gelip kalabalığı itmeye başladılar. Kız çocuğu annesine halen orta kapıdan binmelerini söylenirken, yaşlı bir adam otobüsün boşalacağını telaş yapmamalarını söyleyip gülümsedi. Kız garipseyerek bakıp, kafasını çevirdi. Ben elimdeki poşetlerle binmekte oldukça zorlanırken sonlara kaldım. Otobüse bindiğimde muavin “ilerleyelim sayın yolcular” diye bağırıyordu. Daha sonra tüm yolculuk boyunca her durakta bu cümleyi tekrarlayacaktı. Muavinin olduğu yere yanaşıp parayı uzattım, üstünü geri aldım. Benim ardımdan binen kadın parayı uzattı, muavin almadı. Sonra “Ablacım siz Hakan’ın kız arkadaşı değil misiniz? Hep buradan biniyorsunuz. Alamam parayı valla ayıp olur” dedi. Kadın biraz çekingen gülümsedi. Muavin ve kadının yaptığı konuşmadan Hakan’ın başka bir muavin olduğunu anladım, kadın Ankara Üniversitesi’nde okuyordu, öğretmen olacaktı. Bir anda tanımadığım bu insanlar hakkında bir sürü şey öğrenmiştim. Otobüsün içinde koltuktan çok boş alan varmış gibi geldi bana. Çünkü koltuklardan geri kalan orta kısımda camdan kapıya 3 sıra halinde sıralanabilmiştik. Tavanın ortasında sırayla dizilmiş oval beyaz ışıklar vardı. Tutunmak için konulan demirlere asılı garip ilanlı tutacaklar, sanırım çelik kapı, pimapen reklamıydı. Kullanışlı olmadığı kadar çekici de gözükmeyen tutacaklardan kimse tutmuyordu, demirlere yapışmıştık hepimiz. Ben bir yandan ayakta kalmaya çalışırken, poşettekiler de kırılmasın diye akrobatik hareketler sergiliyordum.
Sonunda asla yapmayacağım şeylerden birini yaptım ve yan taraftaki koltukta oturan yaşlı teyze ve onun orta yaşlı kızına dönüp “rica etsem şunu tutabilir misiniz? Kırılacakta…” dedim. Yaşlı kadın şiveli konuşmasıyla hemen kabul etti ve gülümsedi. Teyze ve kızı artık otobüsteki favori yolculardı benim için. Sonra bir süre çaktırmadan onların konuşmalarını dinledim. Dedikodu yapıyorlardı. Akrabalarından birinin üç dükkanı varmış, bir akrabaya yardım edebilecekken etmiyormuş, öğrendim. Ayakta duran erkekler oldukça rahattılar, hatta bir tanesi tutunmadan ayakta durmaya çalışıyordu. Kadınlar ise genelde popolarını kollar vaziyettelerdi, demirlere sıkı sıkıya tutunmuşlardı. Tam yanımda ayakta duran oldukça yaşlı bir teyze vardı. Hayret kimse yer vermemişti. Suratı oldukça asıktı, göz göze gelince şöyle bir gülümsedim ama gık demedi. Otobüsün durduğu duraklardan birinde şıkır şıkır bir kız bindi, oldukça neşeli ancak tam olarak ineceği durağı bilmiyordu. Önce muavine sordu, Batıkent te Mobil Lisesi’nin oralarda inecekmiş. Muavin gerekli yanıtı vermesine rağmen, otobüsteki birkaç kişi de tarif ettiler, yorum yaptılar. Kızın kafası karışmış olacak ki, telefon açtı birilerine, konuşup kapattı. Sonra muavin dönüp: “ee ne diyorlar?” dedi kıza. Ben şoka girdiğim anda kız dönüp, cevap verip bir şeyler açıkladı. Tüm bunlar olurken dershaneden döndüğünü tahmin ettiğim, kendine güveni yüzünden okunan bir erkek çocuğu öğrenci parası ödedi. Ama muavin, pasosunu sordu. Çocuk pasosunu egodan kaynaklanan bir sorun nedeniyle alamadığını söyledi. Muavin o zaman tam parası vereceksin diye tutturunca, çocuk evde annesinden babasından öğrendiği belli Melih Gökçek’in soyuna sopuna dair cümleleri sıralamaya başladı. Koskoca muavin de çocukla bir oldu ve bir kavga başladı. Orada anladım ki, muavinin canı çok sıkılıyordu. Kavga otobüsün bir kısmını hakimiyeti altına aldı. Kimileri çocuğu haklı buluyor, kimileri muavini savunuyordu. Bir anda kendimi bir tartışma programının içerisinde hissettim. Sonunda bir teyze “ikinizde haklısınız, uzatmayın” tarzı bir şeyler söyleyip olayı kapatabildi. Benim poşetlerden birini tutan favori teyzem inmek için hareketlenince, poşetimi alıp onun yerine oturdum. Ankara’nın sisli havasından daha da iç karartıcı, popolara diken gibi batan o sert gri plastik koltuklardan birine değil de Tepe Home’da tanesi bilmem kaç lira olan kuş tüyü koltuklardan birine oturmuştum sanki. Ben öyle mayışmış, kendi kendime sırıtırken yanımda ayakta duran teyze ise ona yer vermeden oturmamdan kaynaklı nefret bakışlarını üzerime fırlattı. Ürperdim. Birden içimi bir suçluluk hissi kapladı, ama o poşetlerden kalkıp yer veremedim. Bir poşete, bir teyzeye baktım aklımdan geçenleri anlasın diye. Neyse ki teyzede 5 dakika sonra boş bir yere oturdu da aramızdaki buzlar eridi. Otobüste oturanlar ikiye ayrılıyordu. Oturanlar ve ayakta kalanlar. Gerçek koltuk kavgasını siyasetçiler gelip bir de otobüste görmeliydi. İşte şimdi ben de oturmuştum ve zafere erişmiştim. Biraz daha dik durarak, etrafa zafer dolu bakışlar attım. Otobüste herhangi bir taciz olayı var mı diye eller ve popolar arasında gidip geldi gözlerim, göremedim. Belki de kadınlar yine susmayı seçtiler, ve biz hiçbir şey olamamış gibi yolculuğumuza devam ettik. Poşetlerimin üzerinde Electro World yazıyordu. Malum teknolojik marketler erkeklerin gözdesi. Dikkat edince etraftaki beylerin poşetlerimi incelediğini, tek kaşları havada kafaları hafif ilerde çaktırmadan içine bakmak istediklerini fark ettim. Ben de tüm kızgınlığımla onlara baktım ama kar etmedi. O sırada inmek için orta kapıya 5-6 yaşlarında bir çocukla, babası yanaştı. Çocuk için inecek düğmesine basmak büyük eğlenceydi. Bastı, bastı, bastı. Muavin dönüp çocuğa tip tip bakmadı desem yalan. Ben bu muavini sevmemiştim. Muavin “hop”, “yavaş”, “ağır ol”, “devam” gibi sözlerle şoförü yönlendirdi hep. Sahi Şoför neredeydi? Şoför bir bölmeyle otobüse hakim olan dünyadan tamamen ayrılmıştı. Şoför ile bizler ayrı dünyaların insanlarıydık o anda anladım. Ben de artık bir yolculuğun daha sonuna gelmiştim, durağa yanaşırken yavaşça kırmızı düğmeye bastım. Otobüse dönüp son kez baktım ve indim. O anda otobüse binmek için koşuşan kadın poşetlerime çarptı ve tüm çabamı mahvetti. Neyse ki ufak bir kırıkla atlatmıştım.
Yaşananlar, otobüs tamamı ile gerçektir 

1 yorum:

sophie'nin dünyası dedi ki...

ellerine sağlık, güzel hikaye.
epey güldüm desem yalan olmaz.
sahi, ne vardı poşetlerde :)