17 Ekim 2010 Pazar

josephine donovan - feminist teori

*bu kitap feminizmi anlamak isteyenlerin temel kitabı gibi birşey, çok zengin ve çok yönlü bir içeriğe sahip..elimden geldiğince özetledim, bir kere okumanız bile bir çok isim, terim ve konu hakkında bilgi sahibi olmanıza yarayacaktır. =) feminist olmak için azcık akıl azcık vicdan yeter! iyi okumalar...

FEMİNİST TEORİ KİTAP ÖZETİ

Maine Üniversitesi'nde İngiliz Edebiyat profesörü ve Feminist Literary Review dergisinin editörlüğünü yürütmekte olan yazar Josephine Donovan tarafından yazılan Feminist Theory- The Intellectual Traditions of American Feminism ( Feminist Teori- Amerikan Feminizminin Entelektüel Gelenekleri) kitabı Aksu Bora, Meltem Ağduk Gevrek ve Fevziye Sayılan tarafından türkçeye çevirilmiştir. Feminist kuramın tarihsel ve felsefik kökenleriyle ana geleneklerini yorumlayan kitap, kadınların bu kuramın bilgine sahip olmadıkça cahil kalacaklarını iddia ediyor. Yazar kitabın, feminist kuramı daha iyi öğrenmek isteyen, feminizmin gerçekte ne olduğunu bilmek isteyen her alandan kadının ve erkeğin el kitabı olabileceğini söylüyor. Kitap toplam sekiz bölümden oluşuyor; aydınlanmacı liberal feminizm, kültürel feminizm, feminizm ve marxism, feminizm ve freudculuk, feminizm ve varoluşculuk,radikal feminizm, yeni bir feminist ahlak, seksenler ve ötesi. Bölümlerin her birinde ilgili kuramcıların görüşlerine alıntılar yaparak ayrıntılı olarak yer verilmiştir.

Aydınlanmacı Liberal Feminizm

Feminist düşüncesi için başat eser olan feminist teori tarihindeki ilk önemli çalışma, Mary Wollstonecraft tarafından A Vindication of the Rights of Woman ( Kadın Haklarının Savunucusu) 1792 yılında yazıldı. Bundan önce ise 1970'da Murrey On the equality of the Sexes (Cinsiyetler Arası Eşitlik Üzerine) adlı eser, 1 sene sonrada Paris'te, Fransız Devriminin erken safhalarında , Olympe de Gouges Les Droits de la femme ( Kadın Hakları) adlı bir el broşürü yayınlandı. Gouges daha sonra giyotinle idam edildi. 18. yy feministleri, aydınlanma ve akılcılık çağının coşkusuna kapılmışlardı. Doğal hakların Amerikan Bağımsızlık Bildirisinin ve Fransız İnsan Hakları bildirisinin temel noktası olması sebebiyle, feministler erkeklerin sahip olduğu doğal haklara kendilerinin de sahip olduğunu savunmaya başladılar. Aydınlanma çağındaki düşünürler, çeşitli bilimsel keşifler nedeniyle felsefi olarak tecrit olmuş dünya düzeninini yeniden tanzim etmeye yoğunlaşmışlardır. Newton'un fiziksel evrenin basit ve akılcı kurallara göre işlediği paradigması dönemi belirleyen imge olmuştur. Siyaset felsefecileri ancak akıl ile anlaşılan doğal hakların varolabileceğini geliştirmişlerdir. Tüm beyinlerin mekanik olarak aynı yönde çalıştığını öne sürülerek, akıl yoluyla herkesin aynı sonuca ulaşacağı söylenir. Akıl ve mekanik matematiksel ilkelerin dışında olanlar öteki olarak ifade edilir. Erkek liberal düşünürlerin bakış açısına göre kadın ötekidir. Akılcı dünyanın akıldışı dünyaya üstün olduğu ve onu kontrol etmesi gerektiği öne sürülür. insan(erkek) aklı ile övünen akılcı varlıklar, efendidir; akıldan yoksun varlıklara(kadın) akıl götürme hakkı vardır. Bu yüzyılda, öncesinde ve sonrasında kadının eş ve anne olarak evine ait olduğu varsayımı evrenseldi. Sanayi Devrimi kadını özel alanda tecrit ederek, işyeri ile ev mekanı birbirinden ayırdı. Akılcılığı kamusal alanla, akıl dışılığı ve ahlakı özel alanla özdeşleştirdi. Özel alan kadına aitti. Bu kadının hiçbir kamusal ve yasal hakkının olmadığı anlamına geliyordu. Kadın kocasının koruyucu kolları arasında aileye aitti. Kadınlar akıldan yoksun sayıldıkları için vatandaş sayılmazdı. Tüm bunlar üzerine doğal haklar geleneği üzerinden gelen feminist kuramcılar kadınların bir vatandaş olarak erkekler ile aynı temel haklara sahip birer insan olduklarını ileri sürdüler. Bu konudaki en erken girişim Stanton tarafından kaleme 1848'te kaleme alınan Seneca Falls, New York'ta yayınlanan, Declaration of Sentiments 'dir ( Duygular Bildirisi). Kadınlar bu bildiride oy verme hakkı, yönetimde hizmet etme hakkı, düzgün bir eğitim hakkından da bahsetmişlerdir. Erkekler tarafından kadınlara uygulanan baskının mutlak tiranlıkla benzeşmesi, baskının patriyarkal sistemden köklendiğini belirten günümüz radikal feminist teorisiyle buluşmaktadır. Bildiride yer alan tüm talepler kaynağını doğal haklar felsefesinden almıştır. Tekliflerin özü basitçe, kadının erkek ile eşit olduğudur. Aydınlanmacı liberal feministlerin temel düşüncelerini şöyle özetleyebiliriz; akla inanç, kadınların ve erkeklerin ontolojik olarak benzer oldukları inancı, eğitimin toplumsal dönüşüm ve eleştirel düşünüş için önemi, bireyin akılcı ve bağımsız bir varlık olduğudur. Erkekler ve Kadınlar aynı ahlaki ve düşünsel öze sahipler ise, aynı eğitimi almalıdırlar. Kadınlar özel alana hapsolmamalı ve kamusal hayatın içine girmelidirler. Kendini güçlendirme ancak kadının erkekten bağımsız olabildiğinde gerçekleşeceği belirtilir.

Sarah Grimke'nin Letters on Equality ( Eşitlik Üzerine Mektuplar, 1838) liberal gelenek içinde, en inandırıcı iddiaları ortaya koyar. Özellikle kadınlara uygulanan baskının meşrulaştırılmasında kutsal kitaptaki temel bölümleri ele almıştır. Kutsal kitabın yanlış görüşleri ve kemikleşmiş gelenekler ile çarpışmak, kadınlar kendi hakikatlerini dillendirmek zorundadır. Grimke, Amerikan doğal haklar ilkelerini kadınlara uyarlayan ilk kişidir. Vergi mükellefi sayılma ve eşit işe eşit ücret alma konusunu da tartışmaya açmıştır. Grimke yuvanın ilk önemli feminist eleştirisinde, özel alanın evli kadınlar için genellikle bir tiranlık olduğunu öne sürer. Sonuç olarak, Grimke'nin analizi, erkeklerin ve kadınların doğal olarak eşit ve ontolojik olarak aynı olduklarını varsayan aydınlanma düşüncesine dayanır. 19. yy da Stanton ve Anthony aydınlanma teorisini geliştirerek daha refine hale getirmiştir. Cinsler aynıdır diyen Stanton, sonuç olarak bunların eşit haklar hakettiklerini iddia etmiştir. Sadece oy hakkı için değil, jüride de eşit haklara sahip olmak istediler. Bunun altında kadınların erkeklerden farklı olduğu vardır. Bu tüm insanların aynı olduğu liberal inanç ile ters düşer. Kadın hakları eylemcileri köle-kadın benzerliğini kullanarak köleliği kaldırma hareketinin içinde yer almışlardır. Ancak daha sonra bu grupların kadın hakları davasına desteklerini geri çekmeleri kadınları ayrıştırmıştır. 19.yy kadın hareketi , ne yazık ki siyah kadınlar üzerindeki etkisini sürekli kılamamıştır. Buna rağmen siyah kadınlar kendi feminist düşüncelerini ifade etmeye devam ettiler.

John Stuart Mill'in The Subjection of Women ( Kadınların Bağımlılığı) kitabında belirtildiği üzere; bir cinsin diğerinin üzerinde üstünlük kurması, kendi içinde yanlış olmaktan öte insanlığın gelişiminin önündeki en büyük engeldir. Kadınların durumunu protesto etmek için faydacı yaklaşımın en fazla sayıda insana en fazla iyi iddiası kitapta kullanılır. Mill radikal feminist bir analizle şu sonuca varır: kadınların bağımlılık konumlarını sürdürmelerinin nedeni erkeklerin onları orada tutma isteğidir. Mill'in feminist teorisinde eksik olan ise kadının ve özel alanın aileyi devam ettirici rolünü ciddi anlamda sorgulamamasıdır. Amerika Birleşik Devletleri'nde kadınlar sonunda anayasada yapılan 9. değişikliğin onaylanması ile birlikte 1920'de oy kullanma hakkını elde etmeyi başardılar. Şimdi eşit haklar değişikliği olarak bilinen doktorin ise 1972 yılında Kongre'de tam olarak kabul edilmemiştir. Bunun yanısıra sayısız önemli değişiklik vardır. Yüzyılın ortalarında neredeyse tüm eyaletlerin evli kadının malvarlığını koruyucu kanunları kabul ederek evli kadının statüsünde yaptıkları esaslı değişimdir. Boşanma Kanunları liberalleşmiştir. 1880'lerde kadınlara yüksek öğretime ve birçok mesleğe giden kapılar açılmaya başlamıştır.

Aydınlanmacı feminist teoride bazı problemler vardı: en önemlisi liberal çözümlemenin özel alanı dokunmadan bırakmış olmasıdır. Kadınların bir sınıf olarak onlar atfedilen görevlerden dolayı yarışa avantajsız başladıklarını gözönüne almamışlardır. Geleneksel evliliğe ve anneliğe karşı kurumsal alternatif düşünceler geliştirilmemiştir. Ayrıca liberaller kadınlar ve erkekler arasında gerçekten ontolojik farklar olup olmadığıdır. Sonuç olarak liberal feminist bakış açısının bu boşlukları giderecek daha bütüncül bir bakış açısına ihtiyacı vardır.

Kültürel Feminizm

19. yy feminist düşüncesinde başka eğilimler de vardır. Aydınlanmacı liberal teorinin akılcı ve yasal hmlesinin ötesine giden bu düşünce kültürel feminizm adı altında gruplanabilir. Kadınlarla erkekler arasındaki benzerlikleri vurgulamak yerine, genellikle kadınlık niteliklerinin farklılıkları üzerinde dururlar. Din, yuva, evlilik gibi alternatifler üzerinde düşünürler. Feminist toplumsal reform teorisi, kadınların toplumsa alana mutlaka girmeleri ve oy kullanmaları gerektiğini , çünkü politikanın çürümüş(eril) dünyasının arıtılması için kadınların ahlaki bakış açısına ihtiyaç olduğu söylenmektedir. Anaerkil bakışın darwinizmin eril ideolojisine tepki olarak doğmuş olması muhtemeldir. Fuller'in Woman in the Nineteenth Century (19. Yüzyılda Kadın, 1845) kitabı aydınlanma akılcılarının mekanik bakışıdan tamamiyle farklı biçimde bilginin duygusal, sezgisel yönü üzerine vurgu yapar ve organik dünya görüşünü savunur. Fuller kadınlığın radikal gelişiminin toplumu radikal olarak değiştireceği iddiasındadır. Kadının farklılığı kuramını ilk ortaya atmış kişi olan Fuller, kadına izin verilirse, hem kendi hayatlarını hem toplum hayatını değiştirebileceğini ileri sürer.

Temel kuramsal duruşları doğal haklar içerisinde kalmış olsa da Stanton ve Anthony 1970'lerden itibaren geleneksel liberal düşüncenin ötesine geçmiştir. Grimke'nin eşit işe eşit ücret talebi Anthony tarafından tekrarlanmıştır. Stanton radikal olarak din ve hristiyanlık üzerine eleştiriler yapmıştır. Stanton, anaerkilliği barışın ve bolluğun altın çağı, ataerkilliği ise tiranlığın, savaşların ve toplumsal hastalıkların kaynağı olarak görmüştür.Genellikle birinci dalga feminizm başta gelen kuramcılarından sayılan Gilman, kültürel feminizm g eleneğini devam ettirmiştir. Çalışması Sosyal Darwinizm üzerine şekillenmiştir. Darwin'in kuramında evrimleşme başka bir mekanizmayla da , erkeklerin dişiler için savaşı , cinsel seçme aracılığı ile de gerçekleşir. Bu teori erkek üstünlüğünü yayan bir teoridir. Gilman, sosyal darwinizmi şöyle yorumlamıştır. Kadının bağımlı kılınmasının, ırkın ilerlemesini engelleyici, doğal olmayan bir anormallik olduğunu kanıtlamak için kullanılmıştır. İnsanların topumsal ve ekonomik ortamları tarafından belirlendiklerini iddia eder. Kadının toplumsal ve ekonomik ortamı, erkeğe ekonomik anlamda bağımlı olduğu için yapaydır. Bu ırkın tamamen yok olması tehlikesini doğurur. İnsan ırkındaki kadının erkeğe bağımlılığı durumu, aşırı cinsiyet gelişimini kontrol eden doğal seçilimi önler. Gilman, özel alana ilişkin radikal bir eleştiri de yapar. Kamusal alan demokratik şekilde örgütlenirken, erkeğin evde yarattığı ortam despotizm olarak kalır.Yuvanın gelişme sürecinde etkili bir geciktirici olduğunu savunur. Bazı radikal değişiklikler önerir: ev işleri meslekleştirilmelidir. İnsanlar yemek yapma, beslenme ve çocuk yetiştirme konularında eğitilmeli ve verdikleri hizmetler karşılığında para kazanmalıdırlar.Emma Goldman toplumsal devrimi destekleyen bir güç olsa da herhangi bir otoriteye boyun eğmeyi reddetti. Goldman oy kullanma hakkının kadınları özgürleştireceğini söyleyen anlayışı reddeder ve eğer içten gelmezse yasal değişikliklerin özgürleşmeye etki etmeyeceğini iddia etmiştir. Goldman, hükümet ve evlilik gibi kurumları, bireyin özgürlüğünü ve esas anarşik güç olarak nitelendirdiği aşkını ifade etmesi için engellediği için reddetmiştir. Woodhull ile birlikte Goldman kadınlar için cinsel özgürlük taraftarı olan ilk feministlerdendir, doğum kontrolünün en güçlü savunucusu olmuştur. Goldman, cinsel özgürlüğü onaylamakla birlikte, kadının kendisini tamamıyla cinsel bir nesne olarak görmesine izin veren bakışı kabul etmez. Goldman, eşcinsel haklarını açıkça destekleyen ilk Amerikalı feministtir.

Kültürel feministlerin kadın ağlarına katılımları, onların anaerkil karakteli bakışını açıklamaya yardım eder. Bunlar kadınların farklı olduklarını ve ayrı bir kültürün ve etiğin mirasçıları olduğuna inanmışlardır. Kadınlar ayrıca Birinci Dünya Savaşı barış konferanslarına da katılmayı talep ettiler, ve bu konferansla eş zamanlı gerçekleşecek her olaya da karışmak istediklerini de bildirdiler. 1920 yılı Amerikan feminizm tarihinde bir dönüm noktasıdır. 18 Ağustos'ta sufrajet değişiklikleri Tennessee eyaleti tarafından onaylanmış ve nayasanın bir parçası haline gelmiştir. Bir çok feminist 1920 yılının birinci dalga feminizmin sonu sayar. Aslında bu tam olarak doğru değildir. 1920, 1930'lar feminist eylemin devam ettiği bir dönemdir.

Kültürel feminizmin bazı problemleri vardır. Kanun önünde farklılık genellikle eşit olmayan, aşağı, aciz anlamında yorumlanmıştır. Diğer bir sorun ise, kadın ve erkek arasındaki kimlik farklılığını ve epistemolojik farklılığı neyin ortaya çıkardığı sorusudur. Bu biyolojik olarak mı yoksa kültürel olarak mı şekillenmiştir tam olarak açıklamamıştır. Birbirine muhalif kuramsal tarihleri olduğu için liberal feminizm ve kültürel feminizmin arasıra çarpıştığını belirtmek önemlidir. Burada iki önemli konu vardır: Biri kadınların askerlik hizmeti konusudur. Liberaller askerlik hizmetine kadınların da erkekler gibi katılmasını öngörür. Kültürel feministler ise kadınların barışsever kimliğinden yola çıkarak bu tür hizmetlere karşı çıkarlar. Diğer konu ise koruyucu yasalardır. Kabul edilen yasalar kadınların olumsallıklarına uyacak mı uymayacak mı? Buna liberaller hayır, kültürel feministler hayır diye cevap verecektir.

Feminizm ve Marksizm

Marksist teori kadınları, kadın sorununu, ya da feminist teoriyi temel bir referans noktası olarak almamaktadır. Dahası gerek Marx gerekse Freud teorilerini temelde erkeklere özgü ve erkeksi koşullarda geliştirdiler. Dolayısıyla kadınlara uygulanan bu kavramların meşruluğundan esasta kuşku duyulabilir. Buna rağmen bu teoriler feminist teorinin gelişmesine katkıda bulunabilmişlerdir. Marx'ın merkezi görüşlerinden biri, kültür ve toplumun köklerinin maddi ve ekonomik koşullarda yattığını savunan maddeci determinizm düşüncesidir. Marx buna ilaveten toplumdaki egemen ideolojinin yöneten sınıfın ekonomik çıkarları tarafından belirlendiğine inanıyordu. Bu düşüncelerin feminist teori ile ilişkisi açıktır. Sosyalist feministler genellikle kadınlar ve proletarya arasında bir benzerlik olduğunu kabul ederler. Yabancılaşma kavramı Marx'ın bütün teorisinin merkezindedir. Yabancılaşma kendinden başkalarından ve anlam duygusundan kopma deneyimi anlamına gelir. Emeğin yarattığı nesne şimdi üretenden bağımsız bir güç haline gelir. Marx işbölümünün köklerinin ailedeki doğal işbölümü olarak adlandırıldığı şeyde olduğunu söyler. Cinsiyet ve yaş farklılıklarının neden olduğu ve bunun sonucunda sadece fizyolojik temelde ortaya çıkan doğal bir işbölümü ortaya çıkar. Ve böylece karı ve çocukların koca tarafından köleleştirilmesi özel mülkiyetin ilk biçimi olarak görüldü. Marx insanların emeklerinin ürünleri ile daha bütünsel bir ilişki kuracakları ve üretim tarzları ile olan sınıf ilişkilerinden dolayı artık birbirlerine karşı bölünmüş olmayacakları (sınıfsız toplum) yabancılaşmamış komunist bir dünya tasavvur eder. Marx'ın felsefesinin feminist teori ile ilişkili diğer bir yönü,ekonomik değer teorileridir: kullanım değeri, değişim değeri, artı değer. Kullanım değeri kavramı, genel olarak kişinin kendi grubunun üyeleri tarafından ve kullanım için üretilmiş maddelerin değerine göndermede bulunur. Yemek pişirme, örgü örme, dokuma( bunlar genelde kadın işleridir). Değişim değeri kavramı genelde değişim için üretilen maddelere aittir. Bir maddenin değişim için üretlmesi onun kutsal özelliğini yokeder ve onu bayağı Bir şey haline dönüştürür. Marx artı değeri açıklamak için bir emek değer teorisi geliştirmiştir. İşçinin emek gücü pazarda satış için bir meta olarak soyutlanır. Artı değer emek ürünlerinin değeri ile o emek gücünü üretmenin maliyeti yani emekçinin geçimi arasındaki farktır. Çağdaş feminist teori ev içi emek ve ev işlerinin bu teoriye uygulanabilirliğini göstermeye çalışmışlardır.

Engels'in Ailenin Kökeni (1884) Marksizmin ilk dalgasında üretilen ve feminist teoriyi sürdüren tek parçasıdır. Engels'in teorisi daha çok aile ve kadınları ailedeki rolünü çözümlemesine yöneliktir. Engels görüşünü tarih öncesi anaerkilliğe yansıtır. Kadınların ezilmesi üzerine çözümlemesi tümüyle ekonomik teorilere dayanır. Engels ataerkillikten anaerkilliğe geçişi ekonomik gelişmelere, özellikle de özel mülkiyetin kurulmasına ve değişim ve kar için kullanılan metaların ortaya çıkmasına bağlar. Komünist hanede cinsler arası işbölümü varolmakla birlikte, kendi alanları içinde eşit güce sahiptirler. Herkes kendi alanında efendidir. Bununla birlikte kadın biraz daha eşittir. Maddi temel kadınların denetlediği kabilelere dayanır. Hayvanların evcilleştirilmesinin sonucu daha çok yiyecek ve hayvansal ürün elde edilmesiyle değişim için materyale sahip olundu. Hayatı sürdürmek için gerekli olandan daha fazla ürün üretme kapasitesi artı değeri ortaya çıkardı. Ucuz emeğe olan gereksinim köle kullanımına yol açtı. Aynı zamanda kadınlar da bir değişim değeri kazandılar. Kadınların evişleri erkeğin biriktirdiği zenginlikle kıyaslandığında önemsiz sayılmaya başladı. Şimdi bir de miras bırakacak mülkü olduğundan, erkek daha çok babalığını güvenceye almakla ilgilidir. Tarihte görülen ilk sınıf çatışması tekeşli bir evlilikte kadın ve erkek arasındaki karşıtlığın gelişmesiyle çakışır. Erkek burjuvazidir, karısı ise proleteryayı temsil eder. Engels'in çözümü işgücüne katılımı teşvik etmektir. Toplmun ekonomik birimi olarak tekeşli ailenin ortadan kaldırılmasını teşvik etmektedir. Tüm bunlar komünizmde gerçekleşecektir. Burada bir eleştiri yapmak gerekirse; Engels'in kadının katılımını istediği endüstriyel üretim alanı en mükemmelinden yabancılaşmış emek dünyasıdır. Yani kadınlar açısından hiç de özgürleştirici bir adım olmayacaktır.

August Bebel'in öne sürdüğü gibi kadın sorununun çözümü toplumsal sorunun çözümü ile özdeşti. Lenin, Alexandra, Kollontai, Clara Zetkin ve Rosa Luxemburg, hepsi genel olarak bu yaklaşıma bağlı kaldılar. Çağdaş kadın hareketi, marksistleri teorinin geliştirilmesi için kadın sorununu yeniden düşünmeye itti. Kapitalizm ve kadınların statüleri arasında bir ilişki kurmaya çalıştılar. Çağdaş sosyalist feminizmin ilgi alanı eviçi emek ve bunun kapitalizme katkısı sorunu çevresinde dönmüştür. Endüstrileşme ile birlikte hanenin dönüşümü ile kadınlar için iş ve hayat birbirinden ayrılmamış tersine birbirlerinin üzerine çökmüştü. Peki ev işi yabancılaşmış mıdır? Bu soruya yanıt olarak bazı yönlerinin öyle, bazılarının öyle olmadığını söyleyebiliriz. Ev kadınının kendi zamanı üzerinde fabrika işçisinden daha çok denetimi vardır. Diğer taraftan ev işleri dayatılmıştır, tekrarlayıcıdır ve çoğunlukla da önemsizdir. Marksistlerin çoğunluğu ev işinin kapitalist sistemin sürmesi işlevini yerine getirdiği konusunda anlaşırlar. Marksist teorinin bugüne değin bu açıdan en vahim eksiği kadınların boyun eğmesinin kapitalizmin yükselişine bağlanmasıdır. Bu sosyalist devrim deneyimi geçiren kapitalizm sonrası toplumlarda kadınların ezilmesi açıklanamaz. Cinsiyete dayalı işbölümü kapitalizm öncesine dayanır ancak kapitalizm evi işyerinden ayırmıştır. Ayrıca emeğin uzmanlaşması ve hiyerarşi artmıştır. Kadınlar her iki alanda da çalışmak zorunda kalmışlardır. Ev kadınlarının eşit ücretle ilgili beklentilerinin bir maliyeti vardır. Bu tür harcamalar artı değeri azaltır ve bu yolla kapitalizmi istikrarsızlaştırır. Ücret farklılaştırması kadınların ezilmesine katkıda bulunan en önemli öğelerden biri olarak kabul eder. Çünkü ücret farklılığı aile ücretinden türer. Bunun sonucu kadınların erkeklere olan ekonomik bağımlılığının sürmesidir.

Sosyalist feministlerin baktığı diğer bir konu, kadınların hangi sınıfa bağlı olduğu sorunudur. Radikal feministler kadınların kendinde bir sınıf , daha doğrusu bir kast oluşturduklarını söylerken sosyalist feministler kadınlar arasında sınıf farklılıklarının var olduğunu vurgulamayı sürdürürler. Sosyalist feminist çözümlemesindeki son alan aile ve orada annenin rolüdür. Eril davranışlar ve kapitalist değerlar arasında bir uyum vardır. İdeolojik toplumsallaşma ise evde kadınlar tarafından yapılır. Kadının evde çalışması ve annelik rolü, parasal değişim alanının dışında olduğu ve parayla ölçülemediği için ve sevgi, değerli kabul edilse bile sadece değersizleştirilmiş ve güçsüz bir alan olarak görüldüğü için değer kaybeder.

Feminizm ve Freudculuk

Freud bir feminist değildi. Freud, liberaller için dokunulmaz kutsallıktaki aile içi ilişkileri çözümlemeye çalışan ilk kişiydi. Onun kadın ile erkeğin aile içinde rollerini belirlemeye yönelik deneysel çalışması ve daha da önemlisi çocuğun toplumsal olarak belirlenmiş yetişkinlik rolüne doğru gelişim sürecini betimlemesi, çağdaş feminist teorinin önemli bir alanı için temel oluşturur. Freud 1905 yılında sadizm ve mazoşizm konusunda ilkini eril, ikincisini dişil davranışla birleştirir. Erillik etken, dişilik edilgenlik anlamında kullanılmıştır. Daha sonra Freud tek bir insanda saf halde erillik ya da dişilliğin olmadığını belirtir. Bir anlamda tüm insanlarda biseksüel bir eğilim olduğunu söyler.

Freud, çocuğun psiko-seksüel gelişim evreleri hakkındaki ünlü teorisini geliştirir. Temel düşüncesine göre, ergenliğe kadar oğlanlar ve kızlar birbirlerine çok benzerler, fakat ergenlikte dişi ve eril özellikler arasında keskin bir farklılaşma ortaya çıkar. Kız çocuğu zahmetli bir büyüme sürecinden geçer. İlk evrede psiko-seksüel olarak erkek çocuğa benzer. Kızlar için ergenlik, erojen uyarılmanın klitoristen vajinaya geçişi üzerinedir. Erkeğe büyük bir libido ilerlemesi sağlayan ergenlik, kızda özellikle klitoris cinselliğine ilişkin yeni bir bastırma dalgası ile farklılaşır. 1920'lerden itibaren Freud, kızların gelişiminde merkezi öğe olarak gördüğü penis kıskançlığı nosyonunu geliştirir. Kız çocuk kendisinde eksik bir organ olduğunu düşünür ve bu olguyu kötü muamele olarak görür ve aşağılandığını hisseder. Daha sonra babasına bir çocuk doğurmayı arzulayarak penis yoksunluğunu telafi çabasına girme aşamasına girer. Erkek çocuk için iğdiş edilme korkusu o denli büyüktür ki, bu onun annesine duyduğu ilk arzularını reddetmesine yol açan süper ego gelimesini sağlayarak onun oedipus karmaşasını çözer. Ancak kız çocuk zaten penisten yoksundur. Bu onu penis istemeye yöneltir. Bu noktada kıskançlığın nesnesi anne olur. Freud'un kadınlara ilişkin “Kadın Cinselliği” ( Female Sexuality, 1931) adlı bir sonraki yazısı, onun kuramının en mükemmel anlatımıdır ve feminist bakış açısından de en önemli olanıdır. Freud'a göre kadınlar sadece vajina lehine klitorisi reddetmekle kalmamalıdırlar; aynı zamanda yetişkinliğe geçişte Orijinal anne-nesneile babanın yerini değiştirmelidirler. Freud, kız çocuğun ilk iddialı etkin evresini anneye duyulan güçlü bağla özdeş kılıyor. Bu evre anaerkil alana benzetilmesi feminist açıdan önemlidir. Kız çocuk bu alanı bırakmaya zorlanır. Gerçek kadınlığın özü kabul edilen edilgenliği kabul etmektedir.

Temel feministlerin çoğunun Freud'un teorilerini güçlü bir biçimde eleştirdiğine dikkat edilmelidir. Eleştirilerden bir tanesi Freud'un anatomi kaderdir biçimindeki düşüncesi açıkça biyolojik determinizm içerir. Bunun yanı sıra cinsel ilişkide erkek saldırganlığının biyolojik yönden zorunlu olduğu kuramıda eleştirilmiştir. Freudcu kuramın merkezi kavramlarından biri olan kadının boyun eğmesi eğer böyle olmazsa erkeklik karmaşası oluşabileceği konusunun kadının gözünü korkutmak için kullanıldığı söylenir. Firestone psişik bozuklukların sosyal oluşumunu ciddiye almamasını Freud'un bir hatası olarak görür. Toplumsal baskının değişmez olduğu kabul edilemez. Kadın psikolojisi hakkındaki Freudcu düşünceler açıkça erkek yanlısıdır. Erkek yanlılığın bir ifadesi penis kıskançlığı ve libidonun eril olduğu ifadesidir. Çağdaş feministler tarafından itiraz edilen başka bir Freudcu önkabul klitoral-vajinal değişimdir. Bu tepki Freudcu kuramın vajinal orgazmın normal ve tam anlamıyla kadınca olup klitoral orgazmın böyle olmadığı yönündeki savı nedeniyle ortaya çıkmaktadır. Bu önkabul günüzmüde Ortadoğu ve Afrika'da uygulanan klitoris sünnetine kadar uzanmaktadır. Vajinanın öneminin vurgulanması kadınları bir kez daha erkeklere cinsel yönden bağımlı hale getirir.

Feminizm ve Varoluşçuluk

Çağdaş feminist teorinin en önemli çalışmalarından ikisi olan Beauvoir'ın The Second Sex ( İkinci Cins, 1949) ve Daly'nin Beyond God the Father'ı ( Tanrı Babadan Ötede, 19 73) yirminci yüzyıl felsefe akımlarından biri olan varoluşçuluktan türetilirler. Varoluşçuluk en popüler ifadesini Fransız düşünür Sartre'ın çalışmalarında bulmuştur. Burada bir yanda aşkın ve gözlemci ego diğer yanda sabit ben ya da gözlemlenen ego. Sartre bu benliklere pour-soi ve en-soi- kendi için olan ve kendi içinde olan – adını vermiştir. Bir yanda esas tabiatı kendisi için olmak olan bağımsız bilinçlilik vardır; diğeri, esas tabiatı basitçe yaşamak ya da bir başkası için olmak olan bağımlı bilinçliliktir. Bu düşük yapmacık onların-benliğine karşılık, otantik olan benlik, bir bakıma kendi yolundan alıkonan benliktir. Onların arasına karışıp gitmiştir ve öncelikle kendini bulmak zorundadır. Varoluşçu etiğin temel taşı olan bu ahlaki kendini gerçekleme yaptırımına rağmen kamusal olan yapmacıklığın czibesine kapılır. Bunun nedeni kendi merkezindeki hiçlik korkusudur. Öteki kendisi olmak için beni dışlayandır, benimse kendim olmak için dışladığımdır. Sartre kuramının önemli bir feminist eleştirisinde Collins ve Pierce pour-soi'ni eril, en-soi'nin ise önemli miktarda dişil tavırları temsil ettiğine işaret eder. Sartre bu noktayı bilinçli olarak geliştirmez. Bunu açıklamak Beauvoir'e kalır.

Beauvoir kadının kültürel ve politik statüsünü açıklamak için varoluşçu vizyonu kullanmıştır. Ataerkil bir kültürde, erkek ve eril olan olumlu ya da norm olarak kurulurken, kadın ya da dişilik olumsuz, esas olmayan, normal dışı yani kısaca öteki olarak kurulur. Erkek kadına göre değil kadın erkeğe göre tanımlanır ve ayırt edilir.. Erkek özne ve mutlak konumdadır, kadınsa ötekidir. Erkek kadını nesne olarak sabitleştirmek ve onu ebedi bir içsellik durumuna mahkum etme rolünü üstlenir, zira kadının aşkınlığı herzaman vazgeçilmez ve egemen olan erkek tarafından gölgelenecek ve bastırılacaktır. Beauvoir kadının öteki olarak kimliğini ve temel yabancılaşmaını, kısmen kendi bedeninden kaynaklanan tarih öncesi işbölümü foksiyonundan çıkardığı üstüne tahminler yürütür. Hamilelik, doğum ve adet görme kadını kendi vücuduna ve içkinliğine bağlayan ve onu akıp boşaltan fiziksel olaylardır. Kadın bedeni kısıtlayıcıdr. Kadına verilen görevler, tekrara dayalı işlerdir, erkek ise tasarıları aracılığı ile doğaya ve kadına egemen oldu. Beauvoir kadınların bu durumlarını günümüze kadar sürdürdüklerini düşünür. Bir dereceye kadar Beauvoir kadınları öteki olarak tanımlamaya izin vererek danışıklı dövüş yapmakla suçlar. Daha da ileri giderek kadınların korunan nesne olma rolünün getirdiği bilinen avantajlar tarafından baştan çıkarıldığını söyler, bu kişinin kendi hayatının sorumluluğunu almasından kolaydır. Kadın öteki olmak için kendini nesne yapmak zorundadır. Bu kuramın rahatsız edici yönleri de vardır. Bunlardan bir tanesi bu kuramın öncelikle beyaz burjuva ev kadınına odaklanmasıdır. Feminist varoluşçu kuramın başka iki yönü daha burada tartışılmalıdır. Birincisi grupların deneyimlerini sömürgeleştiren ötekiliğin içselleştirilmesini, ikincisi ise özgürleştirme süreci için zorunlu olan gerçekliğin görüngesel olarak yeniden kurulmasını içerir. Ötekiliğin içselleştirilmesi kişinin kendini toplumdaki egemen grubun gözleriyle tanımlamaya hazır olmasıdır. Örneğin siyahlar açısıdan bu siyahların öteki olduğu beyaz ırkçı tanımlamayı kabul etmek; kadınlar açısından da kadınların öteki olduğu cinsiyetçi erkek görüşünü kabul etmektir. Bu nesne olmayı kabul etmektir. 1970'lerde Tax, Hayatta kalabilmek için kadınların, erkek bakışından haberdar olmaları gerektiğini söyler. Kadınların korunma nedeniyle kendi çeverelerinden aşırı haberdar olmaları gerektiğini söyler. Günlük laf atmaların kadınların sömürgeleştirilmiş statülerini resmettiğini söyler. Tax: “ laf atanların yaptığı, kadın üstünde iz bırakmaktır. Onun düşüncelerinin kendilerine yöneltilmesini talep edeceklerdir. Onun bedenini gözleriyle kullanacaklardır. Onun pazar fiyatını değerlendireceklerdir. Onun zayıf tarafları üstünde yorum yapacaklar ya da bunları diğer geçenlerinkiyle karşılaştıracaklardır. Onu, rızasını almaksızın fantazilerine katacaklardır. Ona, kendini rezil, çirkin derecede seksi ya da korkunç çirkin hissettireceklerdir. Hepsinin ötesinde, ona kendini şey gibi hissettireceklerdir.” der. Kadınlar kendi kimliklerini bir nesne olarak görmeye hz oaır olduklarında, kendi fiziksel benliklerine ve sonuç olarak da o bedenlerini erkeklerin güzellik anlayışına uydurmaya saplanmış olurlar. Densmore, dişil güzellik mitinin kadınların kültürel tanımı için zorunlu olduğun yazar. Çirkin bir kadın gerçekten dişi, gerçekten kadınsı olarak görülmez. O güzel bir yüze oturtulacak dişilik yaptırımıdır. Kozmetikler yardımıyla yaratılmıştır. Bir buluşma öncesindeki makyaj yapma ayinini tanımlar; arzulanan amaç kişinin kendisinden güzel bir nesne yaratmasıdır. Kozmetik yüz yalnızca bir nesnedir. Bakılmak içindir, bilmek için değil. Kadınların iki şizofrenik seçimleri vardır: ya kendimizi maskeden uzaklaştırarak içe kapanır, gerçek benimizi görünmez kılarız ve maskeyi yapay ve doğal olmayan olarak görürüz; ya da oyun oynamanın ve narsizmin şizofrenik dünyasına kayarız. Beauvoir'ın değindiği şekilde, bütün baskı altına alınanlar gibi, kadın bilerek gerçek duygularını saklar..bir efendinin kaprislerine bağımlı olanaların tümü, efendisine değişmeyen bir gülümsemeyle ya da muammalı bir duygusuzlukla bakmayı öğrenmiştir; onların gerçek duyguları, olağan davranışları özenle gizlenmiştir. Kadınlar böylece erkeklere yalan söylemeyi, dolap çevirmeyi, kurnaz olmayı, sahte bir ifade takınmayı, tedbirli ve ikiyüzlü olmayı, rol yapmayı öğrenirler. Rich: “Kadınlar delirtilmişlerdir, yüzyıllar boyunca yalnızca erkek deneyimine değer veren bir kültürde , deneyimlerimiz ve içgüdülerimizi yalanlayarak yanlış aydınlatılmışlardır. Bedenlerimizin ve akıllarımızın hakikatı bizi gizemlileştirildi.”der. Öyleyse dünya ve gerçeklik eril bir bakış açısından tanımlandığı için, kadınlar dünyayı sökmeli ve yeniden kurmalıdırlar.

Radikal Feminizm

Radikal feminist kuram, 1960'ların sonlarında ve 1970'lerin başlarında, bir grup eski eylemci kadın tarafından New York ve Boston'da geliştirildi. Bu kadınlar 1960'larda medeni haklar ve savaş karşıtı kampanyalar için politik etkinliklere katılan kadınlardı. Kendi bilinçlerine yeni soldaki erkek radikallerin aşağılayıcı davranışlarına gösterdikleri tepkiyle eriştiler. Çünkü ikinci sınıf muamelesine maruz kalmışalardı. Kendi kişisel öznelik sorunlarını tolumsal adalet ve barış sorunları ile eşit bir öneme ve meşruiyete sahip olduğu fikrini yerleştirmeye azmettiler. Gerçekten devrimci olan bir değişimin temelinin feminizm olduğuna inandılar. Diğer tezleri kişisel olanın politik olduğu, ataerkillik ya da erkek egemenliğinin kadınların baskı altına alınmasının kökeninde yer aldığı, kadınların kendilerini bastırılmış bir sınıf ya da kast olarak görmeleri ve enerjilerini diğer kadınlarla birlikte kendilerine baskı uygulayanlara erkeklere karşı mücadele eden bir harekete yöneltmeleri gerektiğin, erkeklerin ve kadınların temelde farklı olduğunu savunurlar. Densmore, kadınların özgürlüğünün ve cinsel özgürlüğünün eşanlamlı omadığını ortaya koydu. Kadınların cinsel özgürlüğü, özgürlüğün tamamı ve sonu olarak görmemeleri gerektiğini söyler.

1967 ve 1968'de oluşturulan New York radikal fminist grupları, radikal feminist kuramın ana gövdesini geliştirdiler. Ortaya çıkan başlıca tez, politik olarak baskıcı olan erkek-dişil roller sisteminin bütün baskıların ilk ve özgün modeli olduğudur. Feministler aynı zamanda evliliğin ve ailenin, yani heteroseksüel seks kurumunun ortadan kaldırılmasını ve üreme için rahimdışı yolların geliştirilmesini savunuyorlardı. Radikal feminist tez, kadınların baskı altına alınmasının temel olarak ekonomik değil, psikolojik etmenlerden kaynaklandığını öne süren ilk bildiridir. Eğer bir grup diğerini yönetiyorsa, ikisinin arasındaki ilişki politiktir. Politikanın, cinsel yakınlığın kıişisel alanında hüküm sürdüğünü vurgulamak için cinsel politika terimini kullanırlar. Millett aileyi ideolojik telkinin ana kaynağı olarak görür. Aile gençleri ataerkil ideoloji çerçevesinde toplumsallaştırır. Böylece ataerkilliğin yeniden üretimi sağlanmış olur. Tecavüzün kadınları terörize etmek için politik bir araç olarak kullanılması, diğer radikal feministler tarafından daha da geliştirilen bir tezdir. Tecavüz keyfi bir şiddet hareketi değildir, politik bir baskı altına alma eylemidir..güçlü bir sınıfın üyeleri tarafından, güçsüz bir sınıfın üyelerine karşı uygulanır. Brownmiller, tecavüzü eril bir ideoloji olarak adlandırarak, “tecavüz eden erkekler aslında eril öncü şok birlikleri, dünyada şimdiye dek görülen en uzun süreli savaşın terörist gerillaları olarak hizemt vermişlerdir,” der. Brownmiller, kadın bedenini aşağılayan ve kullanan bir ideolojiyi teşvik ettikleri için, pornografinin ve fahişeliğin tecavüz olayına nasıl katkıda bulunduğuna işaret eder ve şöyle der: “güçlü erkek dürtüsünüm işbirlikçi bir sınıf tarafından derhal tatmin edilmesi gerektiği düşüncesi tecavüze ilişkin kitle psikolojisinin ayrılmaz parçasıdır. Nitekim fahişeliğin tümüyle, ortadan kalktığı güne dek, cinselliğe erişmenin erkek gücünün ve ayrıcalığının bir uzantısı olduğu yolundaki yanlış algı tecavüzcü zihniyeti beslemeyi sürdürecektir.” Atkinson'un en radikal ve ilginç tartışmaları erkeklerin ve kadınların sakatlanmış, tamamlanmamış kimliklerinde köklenen patoloji olarak aşk düşüncesi etrafında döner. “Aşk olgusu” der “kadınlara eziyet etmenin psikolojik eksenidir. Kadınlar aşkı ümitsizce baskı altında tutulmayla başetmenin psikolojik bir aracı olarak geliştirirler. Aşk kadınların insan mertebesine çıkmak için yaptığı biçare çabadır. “Eğer özgür olsaydık” der Atkinson “aşka ihtiyacımız olur muydu?”. Firestone'a göre ise aşk, erkeğin cinsel olan temel ilgisini maskelemeye yarayan bir örtüdür. Aşk macerası ideolojisi, kadınları afyonlayan bir uyuşturucudur. Bukadınların erkekler ve seks/aşk için yaşamaları düşüncesini teşvik eder. Politik kurtuluşu seksle eşitler.

Renkli ve lezbiyen kadınlar tarafından geliştirilen feminist kuramlara bakacak olursak; şunu fark ederiz ki, Birleşik Devletler'deki siyah kadınlar ve diğer azınlık kadınları çifte bir tehlikeyle karşı karşıyadır. Hem cinslerinden dolayı baskıya katlanırlar, hem ırklarından dolayı baskıya katlanırlar. Feminist kuruluşların içinde ırkçı ayrımlara politik gruplarda cinsiyet ayrımcılığa maruz kalırlar. Farklı renkteki kadınlar, beyaz kadınlardan farklı bir kültürel deneyim yaşamaya devam etmektedirler. Onlar bu farklı kimliğin göz ardı edilmemesi ve görmezden gelinmemesiyle ilgilenmektedirler çünkü bu kendi gerçekliklerini reddetmek olur. Farklı deneyimlere örnek vermek gerekilirse, yüksek sınıftan beyaz kadınların üretici işe erişmelerinin reddedilmesi problemini, siyah kadınların nadiren yaşamasıdır. Siyah kadınların çoğu zorunlu olarak çalışır. Murray, siyah ve beyaz kadının ekonomik ve toplumsal konumları arasındaki farktan söz eder. Siyah kadın daha sık tek kalır, daha çok çocuk sahibi olur, iş pazarında daha uzun süre kalır, daha az eğitim alır,daha az kazanır vs. Bu kadınlar ırkçılığa karşı siyah erkeklerle birlikte savaşırken, cinsiyetçilik konusunda siyah erkeklerle savaşırlar. Lezbiyen feminizm, 1970'lerde çeşitli kuramlar geliştirmiştir. 1970'lerin sonları ve 1980'lerin başlarından itibaren lezbiyenler, kadınların baskı altına alınmasının temelinin heteroseksüelliğin kurumsallaşması olduğunu tartışıyorlardı. Renkli kadınlar gibi lezbiyenlerde çifte tehlikenin kurbanıydılar. Feminist hareket içinde eşcinsellik korkusuyla, toplumda ise erkek şövenizmiyle mücadele etmek zorundalar. Lezbiyen terimi, salt bir cinsel kimlik olamkatan kurtarılmaya çalışılmış, erkeklerin terimleriyle tanımlanmayı reddetmiştir. Lezbiyenlik sadece bir cinsel birliktelik sorunu değil, bir yaşam tarzıdır. Lezbiyen kuramcılar, heteroseksüelliğin, ataerkilliğin köşe taşı olduğunu savunurlar. Heteroseksüellik, her kadının erkekler tarafından tanımlandığı ve erkeğin mülkü olduğunu varsayar. Eğer bunu kabul etmiyorsan tuhafsın demektir, kiminle yattığın önemli değildir.


Yeni Bir Feminist Ahlak

Çağdaş feminizm, feminist siyasal etiğin, kadınların geleneksel kültürü, pratiği ve deneyimlerinin bir araya gelmesiyle oluşabileceğini belirtir. Bugünkü siyasal kültürel feministler, daha önceki kadın hareketinden farklılaşırlar. Kadınların öznel ezilme deneyimleri ile savaş emperyalizmve çevrenin teknolojik tahribi gibi nesnel gerçeklikler arasında benzerlik vardır. Her şeyden önce kadınlar evrensel olarak siyasal olarak eziliyorlar. Kadınlar toplumdaki siyasal iktidarda yer almıyorlar.ve yaşamlarını biçimlendiren gerçeklerin denetimini ellerinde tutmuyorlar. Neredeyse her yerde ve her dönemde kadınlar eviçi alana ait kabul ediliyorlar. Tarih boyunca kadınlar özel alan ve eviçi işlerle görevleindirilmişlerdir. Kadınların tarihsel ekonomik işlevleri değişim için değil, kullanım için üretmektedir. Kadınlar erkeklerden farklı fiziksel deneyimler yaşarlar, bu koşullar altında yaşanan toplumsal deneyimler ise kadınların çevrelerine karşı aşırı duyarlı olduğunu gösterir. Zaten öyle olmak zorundadır, çünkü, şehir sokaklarında sürekli tetikte değilseniz, gerçekten tehlikedesiniz demektir. Kadınların hamilelik riskine girmeden erkeklerle cinsel ilişkiye geçememeleri gerçeği nedeniyle doğum kontrolü yöntemleri geliştirilmiştir. Ruether, kadın olana karşı mücadelenin yüzyıllar boyunca süren tarihsel bir süreç olmuştur. Bu mücadele batı kimliğinin özündedir. Tarihsel olarak erkek olan bilim adamı, erkek kimliğini kurabilmek için dişi olanı reddetmek zorundadır. Morgan, The Anatomy of Freedom'da yeni feminist ahlaki bakış açısıyla yeni fizik perspektifiyle benzerlik taşıdığını öne sürer. Newtoncu fiziğin aksine Kuantum teorisi, kesin belirlemeciliği çökertir. Yeni kozmik vizyonun pek çok yönüyle kadınsı dünya görüşü uyumludur. Son olarak Virginia Wolf'un Three Guineas'yiyle feminizmin ataerkil faşizmle en temel mücadele olduğunu görürüz. Faşizm kadının şağılanması üzerine dayanan bir cinsiyetçiliktir. Kadınlar ve erkekler dünyayı farklı gözlerle görürler, tarih boyunca kadınlar hiç savaşmamışlardır. Erkek benliği kendi kahraman endamını görmek üzere tepeden bakılacak kadınlar olmadığı oranda küçülür. Woolf'a göre feminizm her zaman tiranlığa karşı mücadeledir. Eğer Kadın değerlerinin öğretildiği bir okul kurulursa, savaştan kaçınılabilir. Bunun yanısıra eğer kadınlar iktidar konumlarına gelebilirlerse, anti militarist ve hayatı koruyucu bir kadın etiği gelişebilir.

Seksenler ve Ötesi

1980'lerde feminist teorinin ana teması, monolitik bir söylemin tiranlığına direnişti. Bu dönemde kadınlar arasındaki farklara ( ırk, sınıf, etni, cinsellik farklarına) daha fazla yoğunlaşıldı. Bu dönemde farklı feminist teoriler arasında çarpışmalar görünür. Liberalizm çağdaş feminist teorideki ana damar olmaya devam ediyor. Feminizm içindeki öteki tartışmalar da gelenksel liberal konumdan sapıp kadınların deneyim ve pratikleri üzerine daha düşünümsel bir konuma geçiş çevresinde odaklandı. Beyaz olmayan, lezbiyen, yaşlı ya da özürlü kadınların ezilmelerinin özgüllüklerinin dile getirilmesi de bu farklılıkları görmezden gelen liberal kurama karşı bir protesto oluşturdu. Pateman, ataerkil düzende yasaların, erkeklerin kadınlar karşısında bazı cinsel hakları olduğu yolundaki temel patriarkal ilkeyi yansıttığını, bunun da cinsel sözleşme olduğunu ileri sürer. Böylece, evlilik sözleşmeleri ve couverte yasası kocaların karıları üzerindeki denetimlerini ve karıların itaatini garanti altına alır. Bugün bile bu nedenle evlilik içi tecavüzün kabul edilmediği yerler vardır. Görüldüğü gibi, kamusal alan- özel alan ayrımı hala tartışmaların merkezinde durmaktadır. Kamusal alan özel alan ayrımı , bir yanda akıl öte yanda beden, duygular, arzular olarak bir zıtlığa tekabül eder. Böylece kamusal söylem, dişilliğin ve kadınların dışlamasını gerektirir. Eğitim kurumlarından, hastanelere, hapishanelere ve askeriyeye kadar bürokrasi ilgilileri sistematik hale getirilmiş mevkilere zorlayan disiplin varsayımlarına dayanır. Kadınlar ve diğer marjinalleştirilmiş gruplar , büroksatik yapıya daha az gömülmüşlerdir. Bilime yönelik feminist eleştiri de son yıllarda çeşitlendi; kadın sayısının bu alanda az olması ve bilimin silah sanyi ile işbirliği üzerine. Bilim de olduğ gibi hukuk da kadınların konumunun müstakil tekilliklerini gözardı etmektedir. Norm standartları erkeklerin hayatını yansıtır. Kadınların potansiyellerini başarıyla genişlettikleri bir alan, cinsel şiddettir. Kadınların farklılığı ile ilgili kuramlar geçmişte genellikle Freudcu teoriye dayalıydı. Geçen yıllarda ise feministler marksist teori içinde bir damar geliştirdiler. Kadınların gelenkesel işgücüne ya da praksisine baktılar. Feminizmin kitlesel bir siyasal hareket olarak başarılı olabilmesi için çok sayıda kendi durumlarının eleştirel ve yıkıcı olduğunu görmeleri çok önemlidir. Feminizm kadın olma koşullarına ilişkin siyasal bir yorumlamadır.

Ekofeminizm terimi, Fransız feminist Françoise d'Eaubonne tarafından 1974 yılında icat edildi. Bu terim ekoloji ve feminizmin bir araya gelmesine işaret eder. Bu feministler, ekofeminizm içinde hayvan hakları konusunun da farkındaydılar. Kadınlarla hayvanlar arasında olumsuz bir özdeşleştirme, batı uygarlığının en azından her ikisinde ahlaki varlıklar olarak ciddiye alınmayacağını söyleyen Aristo'ya kadar uzanır. Kadınlar ve doğa arasındaki özdeşleşimin öncüsü ekofeministlerdir. Daha önceki feministler bu özdeşleşimi redderken, onlar doğa ile kadın bağlantısını koparmamamız gerektiğini söylerler. Bu kültür ve politika yaratmada bir üstünlük noktası olarak görülebilir. Ekofeministlere göre; doğanın denetim altına alınmasıyla, kadının denetim altına alınması bir bütünlük oluşturur. Ekofeministler genel olarak temel ilkelerde anlaşmış olsalar da hareket içinde kimi kuramsal ayrımlar vardır. Ekofeminist kuramda daha çözülmesi gerekn çok şey vardır. Bu gelişmeler günümüze uzanan tartışamalrın büyük kısmını işgal etmiş durumdadır.

Hiç yorum yok: