21 Ocak 2010 Perşembe

'Dünya ya bir olacaktır, ya da yok olacaktır.'


Binlerce yıl önce, biz hayatlarımızı bu doğa üzerine kurduk, onunla dertlestik, yemegimizi paylastık, aynı havayı soluduk, ona taptık. Çogalmaya basladık, cogaldıkca elma kopardıgımız agacı kesip ev yaptık. Nehrinden aldıgımız berrak suyu kirletip, damarlarına zehir aşıladık. Hep cok sevdigimizi söyledik, hep de sevdiklerimizi öldürdük.


Ve şimdi...
Ondan sonra, onun sayesinde, onun hükümdarlıgında kurdugumuz yasamımız, onun ayaklar altından cekilmesiyle son buluyor.
Seyrediyoruz... Boş söylemler içinde yokoluşunu yeni yeni onaylıyoruz. Onunla daha cok zaman gecirmek icin suları kapamaktan, elektrikleri kısmaktan öte careler oldugunu duyuramıyoruz. Bir saat var, geceyarısını vuracak, geceyarısı duracak. Daha günesin batmasına cok var deyip, kulaklarımızı tıkıyoruz. Evet ‘Süreyi doga belirliyor; ama kullandıgı saati biz göremiyoruz’ (Lester Brown).
Gelecekten bahsediyoruz, icsellestirdigimiz üzere iş kurmaya, evlenmeye, aile kurmaya calısıyoruz. Calısıyoruz da, bizi terkeden doganın haykırısına ragmen, ona karsı mı?
Yasadıgımız toprak sarsıntılar yasarken, yanımızda akan o sessiz nehir kabarırken, her zamankinden cok zehir tüketirken ve artan nüfus, göc sorunları...ic savasları tetiklerken, sürekliligi vurgulanan normlar ürkütüyor beni. Vurdumduymazlıgımız, korkaklıgımız tiksindiriyor.
Ve bu blog, gencler olarak bizim de bir sesimizin oldugunu vurgulamak icin kuruldu. Ben de bu sesimin en şiddetlisini cevre icin kullanacagım.

Hiç yorum yok: